22 Şubat 2013 Cuma

Ceset Hırsızı

Sinemada, çizgili yada çizgisiz edebiyatta korkuyla ilk kez nasıl yüzleştiniz, hatırlıyor musunuz? Korku insanın ilk ve en eski duygusu. Bu nedenle ona karşı kimsenin tarafsız tutum takınabileceğini düşünemiyorum. Ya ona tutkunsunuzdur, ya da yanına bile yaklaşamazsınız. Aynı şekilde korku edebiyatı ve sineması da sizin için ya bir vazgeçilmezdir veya ondan nefret edercesine uzak durursunuz... Ama asla kayıtsız kalamazsınız.  Yani şöyle bir şey yoktur: "Ehem! korku filmlerini özel bir yere oturtamam, hani olursa belki seyrederim, benim için ayrı bir önem arzetmez". Bunu birinden duyduysanız, bilin ki yalandır!

İlk korktuğunuz filmi ve kitabı da işte bu nedenle mutlaka hatırlayacaksınızdır, aksi taktirde öylesine rahatsız olmuşsunuzdur ki, onu bir daha hiç hatırlamamak maksadıyla bilinçaltınızın da altında bir yerlere tıkıştırmışsınızdır... Ama bu yine de unuttuğunuz anlamına gelmez.

Ben bu soruyu kendime yeni sormuş değilim ama geçenlerde beni korkutan ilk çizgihikâyenin bir gotik edebiyat uyarlaması olduğu ve bir de sinema versiyonunun bulunduğunu üstelik bunların ikisini de bilmediğimi fark edip, bu eksikliği gidermek üzere kolları sıvadım.

Söz konusu filmi Youtube'da, hikâyeyi içeren kitabı da Kadıköy Nezih'te buldum. Ayrıca sanırım bir klasik olduğu için internette önemli bir e-kitap sitesinde orijinal metine de eriştim.

İlk baskı kapağını yanda gördüğünüz The Body Snatcher / Ceset Hırsızı'ndan bahsediyorum tabi, İskoç yazar Robert Louis Stevenson'ın 1884'de yayınlanan kısa hikâyesinden. Ünlü yazarın bizdeki tanınmışlığı Dr Jekyll ve Mr Hyde ile Define Adası'yla sınırlı olduğu için pek bilindiğini sanmadığım bu eseri, gördüğüm kadarıyla ilk defa Can Yayınları'ndan 2012'de 'Dr. Jekyll ve Mr. Hyde ve Diğer Fantastik Öyküler' adı altında, gotikromantik dizisi bünyesinde çıkmış.

Hikâyeye konu olan karakterler, anatomist cerrah Robert Knox ve onunla bağlantılı olarak seri cinayetler mahkûmu Burke ve Hare adlı şahısların gerçek yaşamlarından esinlenilerek yaratılmışlar. Knox'un adı yerine 'Mr. K----' kullanılarak hikâyenin gerçekle bağlantısı afişe edilmemiş. Ayrıntısına fazla girmek istemesem de, aslında öykünün adı az çok kendini ele veriyor yukarıda açıkladığım karakterlerle yanyana getirildiğinde.

Eserin sinemaya uyarlanması işini ise 1945 yılında düşük bütçeli korku filmlerinin ünlü yapımcısı Val Lewton yapmış. Yönetmen koltuğunda ise henüz gençliğinde Robert Wise var. Wise'ın 3. yönetmenlik çalışması bu film. Oyuncular arasında ise Boris Karloff ve nispeten küçük bir rolde Bela Lugosi'yi birlikte görmek ise ayrı bir hoş durum.

Film kitaba göre farklar içeriyor tabi. Kısaca örneklemek gerekirse, öncelikle karakterlerde kaydırmalar var, Knox'dan sadece ve açık adıyla 'söz ediliyor'. Kitapta 'çok tanınan' olarak ifade edilen kadın karakter, filmde sokak şarkıcısı -muhtemelen kör- kıza dönüştürülmüş ve bir dramatik unsur olarak değerlendirilmişken, zamanın Hollywood filmlerinde bir zorunlulukmuş gibi tıkıştırılan şarkılı pasajları da böylece halletmişler. Filmdeki bir ilave dramatik unsur da kötürüm kız çocuk. "Böyle kör-topal bu film nereye gider?" demeyin, usta oyuncular ve Robert Wise'ın başarılı yönetimi sayesinde hikâyenin rahatsız edici boyutu ile başarılı şekilde harmanlanarak bu dar bütçeli prodüksiyondan iyi bir gotik korku filmi yaratılmış.

Eğer henüz seyretmediyseniz, benim gibi günümüz korku sinemasının kanrevan içinde ve özel efekte boğulmuş halinden yorulmuş olanlara ayrıca iyi gelecektir.


Ceset Hırsızı'nın çizgi uyarlaması ise aslında bir Warren klasiği. Eserin Creepy #7'de şubat 1966'da yayınlanan, Archie Goodwin'in uyarlaması ile tarzın usta çizeri Reed Crandal'ın elinden çıkma, 8 sayfaya sığdırılmış hali. Bu kısa çizgihikâye ülkemizde 1968'de Korku magazin sayı 39 - 40'da ikiye bölünerek ve daha sonra 1971'de Dehşet #2'de birleştirilerek, 'Ceset Hırsızları!' adı altında yayınlanmıştı. İşte aklımdan hiç çıkmayan o son kareyi büyük ihtimalle Korku magazin'deki karşılaşmamızdan (İstiklâl caddesinde bir kaldırım satıcısı ya da kioskdan babama aldırdığımı bile) hatırlıyorum.

Eser bunca kısaltmaya rağmen ruhundan fazla kaybetmeden ustaca çizgileştirilmiş. Yukarda madem bahsettik, filmde sokak şarkıcısına dönüşen kız, burada 'çiçekçi kız' olarak karşımıza çıkıyor. Goodwin'in uyarlaması bana kurgusu itibariyle daha ziyade filmdenmiş izlenimi verdi. Gerçi Goodwin'in anlatıcı metinlerini orijinal İngilizce metinde aradığımda bir çok birebir ya da benzer cümlelerle karşılaştığımı, yani asıl metine sadık kalınmaya da çalışıldığını söylemeliyim.

Bu uyarlama için kaynak olarak asla yukarda sözünü ettiğin iki eski yayını önermiyorum elbette. Saçma sapan çevirilerini aşağıda verdiğim kendi çevirimle ya da Lâl Kitap'ın o muhteşem baskısındaki Ayşe Özlem Zaimoğlu'nun çevirisiyle karşılaştırıp biraz eğlenmek istiyorsanız başka tabi...

Yeri gelmişken Lâl kitabın bu önemli yayınından söz etmeden geçmek olmaz. Eerie ve Creepy'nin DarkHorse tarafından yeniden hayata kazandırılan Koleksiyon serisinin ilk ikişer kitabını 2011'de yayınlayarak bu önemli açığı kapatmak üzere harekete geçtiler. Ben iki serinin de 1. kitaplarını aldım, kalitesini gördükten sonra 2. leri de en kısa zamanda almaya kararlıyım. Zaten bu hizmetin (ben buna ticaretten ziyade hizmet gözüyle bakıyorum artık) sürebilmesi için de alıcısının olması gerekiyor.

Bu üç ayrı platformdan okumayı -eğer isterseniz- geriye doğru yapmanızı öneriyorum. Çizgihikâye, film, orijinal kısahikâye sırasıyla, tatmin edici bir sonuç alacağınızı düşünüyorum, benim gibi. Orijinal ve uyarlamalar arasındaki küçük final farkları da ayrıca değerlendirme gerektirebilir. Kendi çevirim, orijinal Goodwin metinine mümkün olduğunca sadık kalarak, tamamen kişisel nedenlerle, sırf bu keyfi yaşamak için, bu üçlü okuma sürecinde yapılmıştır. (Lâl Kitap kızmaz umarım)


2 yorum:

  1. Hoş bir konuya temas etmişsin. Korku, özellikle de sinema sektörünün vazgeçilmez teması. En kötü ürünlerin bile kör bakla misali alıcısı oluyor. Gerçek korkulardan kaçmak için yalan olanlarına sarılmak, çivinin çiviyi sökmesi gibi bir şey herhalde..

    İlk korku filmimi 6-7 yaşlarında Arı sinemasının indirimli cumartesi matinesende seyretmiştim. "Mumya'nın İntikamı"... Hala belleğimde olması korkunun gücü hakkında fikir verir bana. :)

    Yaş ilerleyip şablonlarını çözdüğümde eski tadı alamaz oldum korku filmlerinden, ama insan yine de şöyle sıkı bir korku filmi olsa da seyretsek diyor, zaman zaman.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha sonrasında sosyal-psikolojik gelişimlere uğramakla birlikte korkunun genlerimizden gücünü aldığını düşünüyorum. Vardır elbet bu konuda bilimsel araştırma sonuçları, bulsak da okusak.

      Tarz olarak korkunun da her şeyde olduğu gibi yeniliğe ihtiyacı var. Kanıksandığı yerde ilgiyi kaybediyor. Ben bunu 'kaşarlanma hali' olarak niteliyorum. Hele bizim gibi 'görmüş geçirmiş'ler, yani 'kaşarlanmış izleyici' için geriye sadece geçmişe dönüp bir klasik seyretmenin keyfi kalıyor.

      Buna en güzel örnek, günümüz korku sineması salgınının başlangıcını teşkil eden, Japon korku sinemasının batılılar tarafından keşfi değil mi? Tamamen 'yeni'ydi, ve bir süre ortalığı kasdı kavurdu. (Ring, Odishon, A Tale of two Sisters, Dark Waters) O depremin artçı sarsıntıları hâlâ etkisiz şekilde de olsa sürüyor. Ama sonunda onu da kanıksadık ve çıta daha yükseğe çıktı.

      Benim sinemada ilk korkuşum, yine ilkokul çağımda Balıkesir'de bir eski filmlerin tekrar gösterimi seansında seyrettiğim, benimle yaşıt 'The Fly' ile. Çok sonra Cronenberg başarılı bir şekilde hikâyeyi yeniden ele almıştı -Jeff Goldblum gibi herifle nasıl başarısız olabilirdi ki o film?-, ama ilk filmin atmosferini yakaladığını söyleyemem. Bak, aslında bu da bir üçleme konusu olabilir. George Langelaani The Fly adlı öyküyü Playboy'da 1957'de yayınlamış. 1958'de filmi yapıldı, bir yerlerde de çizgihikâyesi vardır herhalde!

      'Mumyanın İntikamı' benim de aklımda kalmış bir isim. Ama güvenilir bir isim değil. Malûm 30'lar-50'ler arası epey mumya filmi var. Bizdeyse daha sonra uydurma isimlerle gösterildiler pek çok kere. Yoksa şu meşhur Boris Karlof'un Prens Im-Ho-Tep'in hikâyesi mi acaba? Ama o da çok eskidir.

      Sil